Vitrindeki Hayatlar, Depodaki Hakikatler Ceviz Kabuğu Hayatı ve Eğitime Düşen Gölge 12 Kasım 2025, 07:38
Yaşadığımız dönem, insana sanki iki ayrı hayat sunuyor gibi. Birincisi, ekranda kurduğumuz “kabuk hayat”: Sosyal medyada görünen, parlatılmış, filtrelerden geçirilmiş, dikkatle seçilmiş anlardan oluşan vitrin. İkincisi ise gerçek hayat: Bizi gerçekten besleyen, emekle doldurduğumuz, kimsenin görmediği anlarla yoğrulan iç taraf.
Sosyal medyayı ben bir cevize benzetiyorum. Cevizin sert kabuğu dışarıdan bakınca pürüzsüz, parlak ve güven verici olabilir. Fakat bizi asıl besleyen, enerji veren kısım içindedir. Bugün kurduğumuz dijital dünyada ne yazık ki kabuğa gösterilen özen, çoğu zaman içe gösterilmiyor. Görüntüsü çok iyi, fakat içeriği zayıf, hatta yer yer çürük hayatların öne çıktığı bir çağın içindeyiz.
Bu kabuk hayatın en belirgin özelliği, değeri biçerken artık başka ölçütler kullanması. Bir insanın ne kadar dinleneceğine, ciddiye alınacağına ya da “uzman” olarak kabul edileceğine çoğu zaman diploması, emeği, saha tecrübesi değil; takipçi sayısı, izlenme rakamı, hesabının ne kadar “parlak” göründüğü karar veriyor. Takipçi sayısı yeni bir statü sembolüne, profil tasarımı modern bir özgeçmişe, kısa videolar da neredeyse akademik yayınların yerine geçen bir otorite göstergesine dönüşmüş durumda.
Buradaki asıl tehlike, eğitimi gerçekten dert edinmiş, hayatını bu işe adamış insanların doğası ile bu yeni vitrin düzeninin birbiriyle çarpışmasında ortaya çıkıyor. Çünkü eğitimci dediğimiz kişi, ideal hâliyle, gününün büyük kısmını “kendini pazarlamaya” değil, “işini daha iyi yapmaya” harcar. Düşüncesi, “Bu derste öğrenciyi nasıl daha iyi yakalarım? Bu konuyu nasıl daha anlaşılır kılarım? Bu çocuğa nasıl bir adım daha yaklaşırım?” sorularının etrafında döner. Zamanını, enerjisini ve dikkatini çoğunlukla sınıfa, öğrenciye, içeriğe yatırır.
Tam da bu yüzden, nitelikli bir eğitimcinin sosyal medyada kendi reklamını agresif şekilde yapmaya ne isteği ne de vakti kalır. Hatta çoğu zaman, “reklam yapma” fikri, ona boşa harcanan zaman gibi gelir. Bir video daha çekmek, bir trendin peşine takılmak, algoritmanın istediği formatta içerik üretmek; derste harcadığı emeğin yanında anlamsız hissedilebilir. Fakat paradoks burada başlıyor.
Bugünün nesli, insanları çoğunlukla ekran üzerinden tanıyor. Birini “bilen biri” olarak kabul edebilmesi için onu önce bir yerlerde görmesi, bir platformda sık sık karşısına çıkması gerekiyor. Dolayısıyla, bilgi birikimi ne kadar yüksek olursa olsun, sosyal medyada görünmeyen bir eğitimcinin geniş kitleler tarafından fark edilmesi giderek zorlaşıyor. Görünmeyen, neredeyse yok sayılıyor. Dijital vitrinde yer almayan, hayatlara dokunuyor olsa bile, kolektif algıda geri plana itiliyor.
Bir tarafta, yıllarını sınıfa vermiş, gece yarısı hâlâ ders planı düşünen, kitabını, kaynağını, yöntemini sorgulayan öğretmenler var. Diğer tarafta, konuyu yüzeysel bilen ama sunumu güçlü, kamerayla barışık, etkileyici cümleler kuran ve algoritmanın dilini çok iyi çözen isimler. Sosyal medya ana sayfasını açtığımızda genellikle ikincisiyle karşılaşıyoruz. Böyle olunca da, “En çok görünen, en çok bilen midir?” sorusu yavaş yavaş unutuluyor; yerini “En çok görünen, en önemli olandır” algısı alıyor.
Bu durum, sadece öğretmenleri değil, öğrencileri ve velileri de doğrudan etkiliyor. Çocuklar ve gençler, ekranda sürekli şu mesajla karşılaşıyor: Önemli olan derinlik değil, görünürlük. Emekten önce imaj, içerikten önce ambalaj değer kazanıyor. Bir konuyu yıllarca çalışmış, ayrıntısına hâkim bir uzman, kısa ve gösterişli videolar üretmiyorsa, bir süre sonra gençlerin dünyasında neredeyse hiç yok. Buna karşılık, konuyu sınırlı bilen ama güçlü bir öz güvenle konuşan, doğru kelimeleri, müziği ve görselleri kullanan biri, “otorite” konumuna geçebiliyor.
Bu manzara, eğitim anlayışını içeriden kemiren bir etki oluşturuyor. Çünkü eğitim, doğası gereği yavaş ilerleyen, sabır isteyen, tekrar gerektiren, görünmeyen emeğe dayalı bir süreçtir. Sosyal medyanın mantığı ise hızlı tüketim, hızlı etki ve hızlı geri bildirim üzerine kurulu. Öğrencinin zihninde “çalışma” ile “değer görme” arasındaki bağ zayıfladığında, yerine “görünme” ile “değer görme” arasındaki bağ kurulmaya başlıyor. Bu da şu tür düşünceleri normalleştiriyor:
“Derin olmaktansa dikkat çekmek daha önemli.”
“Uzman olmaktansa uzman gibi görünmek yeterli.”
“Okumak, araştırmak, yıllarca bir alanda çalışmak yerine, iyi sunum yapabilmek daha kritik.”
Ceviz metaforuna geri dönelim. Bugün reyonun ön tarafına çoğu zaman kabuğu parlak cevizler diziliyor. Ambalaj güzel, etiket çarpıcı, sunum etkileyici. İçinin dolu olup olmaması, hatta çürük çıkma ihtimali, çoğu zaman ikinci planda kalıyor. Eğitim dünyasında da benzer bir tablo oluşuyor: Kabuğunu, yani imajını, hesabını, dilini iyi pazarlayanlar daha görünür hâle geliyor. İçini yıllarca emekle dolduranlar ise, eğer kabuk kısmını ihmal etmişse, daha az fark edilen, daha az danışılan, daha az dinlenen bir pozisyona itiliyor.
Esas sıkıntı, çocukların ve gençlerin “değer” algısının bu manzara üzerinden şekillenmesi. Cevizin içini sormadan, kabuğuna bakarak seçim yapmaya alışan bir nesil, bir süre sonra içi boş veya çürük cevizleri normal karşılamaya başlıyor. Görüntüye bakarak insan, fikir ve kariyer seçen bir kuşak ortaya çıkıyor. Bu da uzun vadede hem kişisel gelişimde hem akademik hayatta hem de toplumsal düzeyde ciddi bir kalite erozyonuna yol açma potansiyeli taşıyor.
Sonuç olarak, sosyal medyanın ceviz kabuğu gibi parlayan yüzeyi, bize insanları, fikirleri ve hatta eğitimi değerlendirirken yanlış ölçüler dayatıyor. Kabuğa bakmaya alıştıkça, içi dolu olanın sessizliğini, derinliğini ve emeğini kaçırıyoruz. Takipçi sayısını, etkileşim rakamını, algoritmanın öne çıkardığı isimleri gerçek otorite ile karıştırdığımız her gün, hakiki bilgiyi biraz daha arka sıraya itiyoruz. Eğitim gibi sabır isteyen, derinlik gerektiren bir alanda bu algı kayması, sadece öğretmenleri değil, öğrencilerin dünyayı anlama biçimini de bozuyor. Bu nedenle belki de en temel soruyu kendimize yeniden sormamız gerekiyor: Karşımıza çıkan insanlar hakkında hüküm verirken önce kabuğa mı bakıyoruz, yoksa içini merak edecek kadar yavaşlayabiliyor muyuz? Gerçek dönüşüm, ekranın parlaklığını değil, insanın içindeki hakikati ölçmeye başladığımız gün mümkün olacak.
MEHMET KUTLU - EĞİTİM YÖNETİCİSİ
DIĞER HABERLER
-
“BEN” OLMAK VEYA KENDİNİ TANIMAK
13 Kasım 2025, 13:10 -
Vitrindeki Hayatlar, Depodaki Hakikatler Ceviz Kabuğu Hayatı ve Eğitime Düşen Gölge
12 Kasım 2025, 07:38 -
Makûs Talih
11 Kasım 2025, 10:13 -
Okumak… Neyi, Nasıl Okumak? “Nitelikli Okumak, Sükûtun Çığlığını Anlama Çabasıdır!”
10 Kasım 2025, 07:31 -
Güneydoğu Anadolu Ekibimiz AES’25 İçin Sahada!
08 Kasım 2025, 09:15 -
Sınıf ve Ötesini Yönetmek! Okul ve Sınıf Ortamında Yaşanan Sorunların Arka Planı ve Ebeveyn Tutumlarının Eğitim Ortamına Etkisi
08 Kasım 2025, 07:48 -
Kurum ziyaretlerine devam edildi.
07 Kasım 2025, 18:46 -
Üye ziyaretlerimiz hız kesmiyor
07 Kasım 2025, 18:45 -
Eğitimde Birlik ve Dayanışma
06 Kasım 2025, 13:51 -
Eğitimde İş Birliği ve Buluşma
06 Kasım 2025, 12:25

