Sınıfta Var, Hayatta Yok: Yabancı Dil Çıkmazı 27 Eylül 2025, 07:45

Yabancı dil öğrenimi, küreselleşen dünyada bireylerin en önemli yaşam becerilerinden biri hâline gelmiştir. Ancak yıllardır verilen binlerce saatlik İngilizce dersine rağmen, öğrencilerimiz hâlen iletişim kurmakta zorlandığı apaçık bir gerçektir. Peki ama neden?
Sık sık yaptığım gibi o günün uzun teneffüsünde de koridorlarda dolaşıyor, öğrenciler ile samimi sohbetler yapmaya gayret ediyordum. 4. sınıfların bulunduğu koridoru ziyaretimde, her zamanki gibi kimi öğrencinin gülümsemesine, kimilerinin yanıma gelip bir soru sorarak benimle iletişim kurma isteklerine, bazılarının ise utangaç tavırlarıyla köşeden ilerlememelerine şahit oluyordum.
Sınıflardan birinden hızlıca çıkan Efe isimli öğrencim beni görünce biraz yavaşladı ve her zamanki gibi gülümsemesiyle beni selamladı. Ben de kendisine “Good morning Efe” diyerek o an aklıma gelen bir selamlaşmayı başlatmak istedim. Beni gayet iyi duyduğuna emin olduğum Efe’nin yüzündeki ifade değişti ve yüzüme şaşkın bir bakış attı, ancak bir şey söylemedi. Belki de gözlerindeki ifade ile bir şeyler söylemek istiyordu. Ben devam ettim: “How are you Efe?” Efe gözlerini koridorda gezdirerek -sanki yanlış bir şey yapmış ve koridorda bu duruma şahit olan var mı endişesiyle- yüzüme tekrar baktı. Ben yine devam ettim: “How is school going?” Efe yine yüzüme anlamsız bir bakış atarken tek bir kelime dahi söylemedi.
Bu sırada birkaç öğrenci de çevremizde belirmiş ve meraklı gözlerle bizi izlemeye başlamıştı. Tesadüf bu ya, Efe’nin İngilizce öğretmeni de oradan geçerken duruma vakıf olmuştu. Biraz mahcubiyet, biraz şaşkınlık içinde “Efecim, cevap versene öğretmenine” diye müdahalede bulundu. Efe yine gözüme bakıyor ve hiçbir şey söylemiyordu. Öğretmeni sorularımın son ikisini tekrarlayarak: “Efecim, sen bunları biliyorsun, hadi söylesene” dedi. Ben de öğrencinin mahcubiyetini görünce dizlerimin üzerine çömelip Efe’nin yüzü ile yüzümü aynı hizaya getirerek kendisine güven vermeye çalıştım. Efe’nin başlangıçtaki neşe dolu hâlinin gittiğini, yerine sorgudaki bir suçlunun hâlinin geldiğini görmek beni de çok etkilemişti. “Efecim, sen bunları biliyorsun ancak ben okul müdürün olduğum için heyecanlandın. Hadi git, arkadaşlarınla oynamaya devam et, sonra sohbetimize devam ederiz” diyerek bu gergin (!) atmosferi dağıtmak istedim. Öğrencimiz üzgünce oradan uzaklaşırken öğretmeni de mahcup olarak: “Efe bunların hepsini biliyor hocam” diye tekrar etti.
Evet, ben de biliyorum ki Efe sadece bunları değil, daha çoğunu biliyordu. İngilizce notları, quizler, etkinliklerde bunları gösteriyordu. Çoğu öğrencim gibi o da kendilerine verilen emeğin karşılığını veriyordu. Yürüyüşüme devam ederken, artık koridorlardaki öğrenci hareketliliğini göremeyecek kadar dalıp gitmiştim. Verilen selamların, gülümsemelerin kaçını göremediğimi bile hatırlamıyorum. Ben de en az Efe kadar şaşkındım. Biz ne yapıyorduk? En iyi öğretmenlerle, öğretmen eğitimleriyle, eğitim materyalleriyle standartlar üzeri bir eğitim-öğretim veriyoruz diye düşünüyordum. Peki, öğrencim bana bildiği halde niçin cevap vermemişti?
Efe, pek çok kez okul müdürünü koridorda görmüş ve onunla selamlaşma pratiğini yapmıştı, hatta yanına giderek oradan buradan sorular sorma becerisini kazanmıştı. Peki, sorun neydi? Düşüncelerimi, yaptığım görüşmelerle birleştirince Efe’nin şaşkınlığına sebep olan faktörlerin şunlar olduğu sonucuna vardım: Efe, şunları düşünmüş olabilirdi. Müdürümüz niçin İngilizce konuşuyor? Hiç müdür İngilizce konuşur mu? Acaba özellikle bana niçin İngilizce soru sordu? Bir hata mı yaptım? Beni sınav mı yapıyor? İngilizce notum mu düşük geldi? Ödevimle ilgili bir konu mu oldu? Annem okula mı geldi? Hem burası sınıf değil, sınıfın dışında İngilizce konuşmak niye? Ben sınıfta, derste bu konuların alasını bilir ve cevap veririm ama niye dışarıda bunları soruyorlar? Matematik sormadıkları gibi İngilizce de sormamalılar… Tabii ki bunların tamamı benim tahminlerim. Efe’nin İngilizceyi bir iletişim aracı olmaktan çok bir ders olarak görmesi bütün bunlara sebep olsa gerektir. Belki de arkadaşları arasında hata yapmaktan korktuğu için cevap vermekten çekinmişti.
Peki, başka ülkelerde durum nasıl? Birkaç yıl sonra Cezayir’den bir aile, okulumuza başvuruda bulundu. İki kız çocukları vardı. Biri Türkçeyi biraz biliyordu. “Biraz” dediğim, bizimle iletişim kuracak, kendini ifade edecek ve neredeyse aile ile aramızda tercümanlık yapacak kadar. Nasıl öğrendiklerini sorduğumda: “TV dizilerinden, internetten” diye cevap verdi. İki ay sonra programlarda eksiksiz Türkçesi ile sahne almaya başlamıştı.
Tunus’ta Uluslararası Maarif Vakfı Okullarının yöneticiliğini yaparken öğrencilerimden birçoğunun hiçbir okul dersi almadan Türkçeyi iyi derecede konuştuğuna şahit olmuştum. Hatta 7. sınıflardan bir öğrencim Türkçe hikâyeler yazıyordu. Hiçbir Türkçe dersi almamıştı. Şu an Türkiye’de iyi bir üniversitede okuyor ve benimle iletişimi devam ediyor. Daha ilerisi, işe yeni başlayan bir personelim bana; “Hocam, Tunus’ta kuymak yapmak için peyniri ve mısır ununu nereden buluyorsunuz? Biliyorum ki onlar özeldir” demişti. Soruyu Türkçe sorunca şaşkınlığımdan soruyu bir kez daha tekrarlattım. Evet, kendisi Tunuslu; Arapçanın yanında Fransızca ve Türkçe, biraz Rusça ve biraz da İspanyolca biliyor. Ayrıca Türk kültürünü, müziğini, yemeklerini, yemeklerin içinde kullanılan malzemenin özelliğini nereden öğrendiğini artık biliyorsunuz; televizyon ve internet… Geleneksel müfredatın dışında, öğrencilerin kendi seçtiği içerikler yoluyla dil edinimi daha kalıcı olduğu ortadadır.
Örneklerdeki kişilerin bizim insanımızdan farkları nedir? Hem bunların çoğu ileri yaşlarda dil öğrenmeye çalışanlar, yani dil öğrenmeye en uygun yaş olan 0-10 yaş arası öğrenciler değiller. İşin herkes tarafından kabul edilen yönü olan “Maruz bırakmak” konusunun değerlendirmesini sizlere bırakıyorum. Benim meselem bunun ötesinde…
Dilin özelliğine göre dil edinimi için 1000–2000 saatlik dersin yeterli olduğu dil bilimciler tarafından ifade edilmektedir. Türkiye’de üniversite bitimine kadar 1500 saate yakın ders İngilizce dersi veriliyor iken hâlen o dili kullanarak iletişim kuramayışımızı ciddi olarak ele almanın zamanı gelmiştir zannedersem. Velilerin onca masrafları ve giden en kıymetli değerimiz olan zaman ile özel okulların, yabancı dil yayınları ile isteyerek veya istemeyerek kültür emperyalizminin etkisi altında kalması hususları ise çok daha ciddi konular olsa gerektir.
Ben, İngilizcenin bir ders olmadığına, hatta bir ders olarak imtihanının yapılmaması gerektiğine inanıyorum. Bir filolog gibi dil öğretim yöntemlerini veya çözüm yollarını sunma hadsizliğine düşmek istemem. Ancak tecrübemle; dilin bir iletişim aracı olduğu konusunun oturmadığını, henüz sistemimizin buna uygun tasarlanmadığını, yöneticilerimizin ve öğretmenlerimizin bunu tam olarak anlamadığını, dil ediniminin hâlihazırda bir sınıf içi faaliyet/ders olarak görüldüğü gerçeğini dil öğretimimizdeki en önemli sorunlar olarak söyleyebilirim. Hata yaptığı için korkutulan öğrenci dili sevemez, edinime meyledemez. Sistemimiz öğrenciyi bir yarış içine soksa, velilerin not beklentisi bir baskı oluştursa da not için, geçmek için, ortalamayı yükseltmek için dil edinilemez. Gramer, telaffuz hatalarına karşı öğretmenlerin, arkadaşlarının, toplumun gösterdiği tepkiler, özellikle ergenlikte dili kullanma isteğini azaltmaktadır. Ayıplanma korkusu dil öğrenmekten öğrenciyi uzaklaştırmaktadır.
Bu fikirlerimizi destekler mahiyette British Council ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) bir rapor yayınladı. Kendi tecrübelerime paralel şekilde, British Council ve TEPAV raporunda da şu tespitler öne çıkıyor:
- Yabancı dil eğitimi daha küçük yaşlarda başlatılmalıdır.
- Dilin kullanımı konusunda öğrenci rahatlatılmalı, hata yapma korkusu minimize edilmelidir.
- Ezberci yaklaşımdan uzaklaşılmalı, gramer zorlamalarından kaçınılmalıdır.
- Sınıf içi oturma düzenleri, iletişimi kolaylaştırıcı grup veya ekipler şeklinde olmalıdır.
- Kitaplar, müfredat bir iletişim becerisini kazandırmak üzere kurgulanmalı; bir ders müfredatı şeklinde düşünülmemelidir.
- Öğretmenler sayı ve kalite olarak yeterli olsa da sistemi ve öğretmenleri yönlendirme, rehberlik etmede reforma ihtiyaç vardır.
- Hizmet içi eğitimlerle beceri temelli dil eğitimi konusunda yetkinlikleri artırılmalıdır.
Bebeğimizin dil edinimi sürecinde hatalarını yüzüne vurmayız, ayıplamayız, not da vermeyiz, değil mi? Dil öğrenmek bir ders değil, bir yaşam biçimidir. Eğer öğrencilerimizin dili edinmesini istiyorsak, öncelikle İngilizceyi ders olmaktan çıkarmalı, öğrencinin hata yapma korkusunu ortadan kaldıracak önlemler almalıyız.
Yoksa İngilizce derslerinde film, haber, belgesel izlesek daha mı iyi sonuç alırız.
SEBAHATTİN KAZAZ – EĞİTİM DANIŞMANI
DIĞER HABERLER
-
Geçmişin Sesini Yazmak: Türk Müziği Tarihi Üzerine Sorgulayıcı Bir Yolculuk
30 Eylül 2025, 09:50 -
Yeniden öğrenci olsaydım?
30 Eylül 2025, 08:32 -
Yeni Bir Kurum Türü: Çocuk Etkinlik ve Oyun Evi
29 Eylül 2025, 18:26 -
ÖZKURBİR Heyetinden Mavigün Eğitim Kurumları’na Ziyaret
29 Eylül 2025, 18:14 -
ÖZKURBİR’den Devran Eğitim Kurumlarına Ziyaret
29 Eylül 2025, 18:05 -
ÖZKURBİR’den Eriş Okulları’na Ziyaret
29 Eylül 2025, 17:57 -
Yavuz Bülent Bakiler Vefat Etti.
28 Eylül 2025, 13:31 -
Öğretmene Duyulan Saygı Neden Azaldı?
28 Eylül 2025, 07:05 -
Sınıfta Var, Hayatta Yok: Yabancı Dil Çıkmazı
27 Eylül 2025, 07:45 -
Sahi Kimsiniz?
26 Eylül 2025, 10:03