Öğrenme, öğretmen anlatırken değil, sustuğunda başlar. 31 Ekim 2025, 08:08
Bir sınıfa girdiğinizi ve göz ucuyla öğrencilere baktığınızı hayal edin. Bir tarafta bakışlarını size sabitlemiş, anlatacaklarınızı bekleyen ve merak eden öğrenciler; diğer tarafta heyecanla kıpırdanan, zihninde size anlatabileceklerini kurgulayan öğrenciler…
Her ikisi de değerli. Her ikisinde de mutlaka öğrenme gerçekleşecek.
Ancak bu iki senaryo arasında önemli bir fark var:
Sürecin öznesi, birinde öğretmen iken diğerinde öğrenci.
İlkinde öğrenci daha çok dinleyen; ikincisinde ise daha çok konuşan, soran, anlatan bir rolde.
Tam da bu yüzden, bugün eğitimde asıl soru şudur:
Dersin “sahibi” kim?
Öğretmen mi, öğrenci mi?
Zaman değişiyor; bilgiye ulaşmanın yolları çeşitleniyor. Öğrenciler artık yalnızca dinlemek istemiyor; katılmak, konuşmak, yorumlamak, üretmek istiyor. Sınıf, bilginin verildiği yer değil; bilgi üzerinde düşünülen, tartışılan, uygulanan bir yere dönüşüyor.
Bugün artık eğitimde “yeni” dediğimiz uygulamaların çoğu, öğrencinin aktif olduğu ortamlara işaret ediyor. Teknolojinin sınıfa girmesiyle umut edilen büyük dönüşüm ise uzun süre yalnızca akıllı tahtalara yansıyan videolardan ibaret kaldı. Ne var ki teknolojinin eğitimdeki rolü, ancak doğru yöntemle birleştiğinde anlam kazanıyor. İşte “Ters Yüz Sınıf Modeli”, tam da bu noktada, yıllardır konuştuğumuz “öğrenci merkezli” yaklaşımı ete kemiğe büründüren yöntemlerden biri olarak öne çıkıyor.
Ters Yüz denmesinin sebepleri var. Çünkü biz yıllarca sınıfta öğretim, evde ödev düzeni içinde ilerledik. Bilginin aktarıldığı yer sınıf; pekiştirmenin yapıldığı yer evdi. Oysa artık roller değişiyor. Öğrenci, öğrenmenin ilk adımlarını sınıf dışında atıyor; sınıfa ise bilgiyi uygulamak, tartışmak ve üretmek için geliyor. Bu kadar basit bir yer/rol değişimi bile öğrenme süreçlerini ciddi ölçüde iyileştirebiliyor.
Ters yüz sınıf modeli yaklaşımın temelinde, öğrencinin bilgiyi zihninde anlamlandıran aktif bir özne olduğu düşüncesi var. Son 20 yılın en çok konuşulan ve adına yapılandırmacılık dediğimiz yaklaşım, bilgiyi öğretmenin aktarmasıyla değil, öğrencinin onu kurmasıyla elde edilen bir sürece işaret ediyor. Ters yüz sınıfı anlamanın en kestirme yolu için de bu süreçten hareketle öğrencinin öğrenme sorumluluğunu üstlenmesidir diyebiliriz. Kimi zaman videoyu durdurarak anlamaya çalışması, kimi zaman tekrar izlemesi, kimi zaman da ertesi gün sınıfa soru getirerek katılması… Kısacası öğrenmenin yükünü tümüyle öğretmenin omzuna yüklemek yerine bir kısmını, önemli bir kısmını öğrenciye aktarıyor.
Esasen işin içinde yalnızca bireysel çalışma yok. Sosyal yapılandırmacılık, öğrenmenin büyük kısmının başkalarıyla etkileşim hâlinde gerçekleştiğini söyler. Ters yüz sınıf modelinde de tam olarak böyle olur. Öğrenciler sınıfta akranlarıyla konuşarak, tartışarak, projeler yaparak bilgiyi zenginleştirir. Öğretmen ise artık bir “bilgi aktarıcı” değil; sınıfın akışını yöneten, öğrencinin takıldığı yerde yanında olan bir rehberdir. Kimi zaman köşeden izler, kimi zaman doğru sorularla öğrenciyi düşünmeye sevk eder.
Tabii teknolojiden bahsetmeden geçmek mümkün değil. Ters yüz sınıf modelinin bu kadar çok konuşulmasının bir nedeni de Web 2.0 araçlarının yaygınlaşması. İnternette yalnızca tüketici olduğumuz dönem geride kaldı. Artık öğrenciler de içerik üretiyor, yorum yapıyor, paylaşıyor. Bu araçlar, aynı zamanda sınıf dışı öğrenmede ciddi destek sağlıyor. Öğrenci öğretmeninin hazırladığı videoları izliyor, Web 2.0 araçları ile hazırladığı etkinlikler üzerinden küçük alıştırmalar yapıyor, kimi zaman da öğretmeninin paylaştığı ekstra içeriklerle konuyu daha iyi kavrıyor. Bu araçlar öğrenmeyi “daha eğlenceli” yapmanın yanında öğrencinin kendi hızında ilerlemesine izin veriyor.
Benim de ilkokul dördüncü sınıf öğrencileriyle yaptığım bir çalışmada, bu modelin etkisini yakından gözlemleme fırsatım oldu. Dört haftalık süreçte matematik dersini ters yüz sınıf modeli ile yürüttük. Öğrenciler, geometriyle ilgili temel kavramları ders öncesinde hazırlanan dijital materyaller üzerinden öğrendiler. Sınıfa geldiklerinde ise uygulamalar, ikili tartışmalar ve oyunlaştırılmış etkinliklerle bilgilerini pekiştirdiler. Sonuçlar şaşırtıcı değildi; öğrencilerin başarılarında belirgin bir artış gözlenirken, özellikle içsel motivasyonlarında dikkat çekici bir yükseliş vardı. Bu, aslında modelin doğası gereği beklenen bir durum. Öğrenci kendi öğrenme sürecinin aktörü olduğunda, öğrenme yalnızca “yapması gereken” bir iş olmaktan çıkıyor.
Elbette her şey tozpembe değil. Dijital erişim tüm öğrenciler için aynı düzeyde değil. Evinde teknolojik imkânları kısıtlı olan öğrenciyi bu modele dahil etmek daha fazla çaba gerektiriyor. Ayrıca her öğrencinin kendi kendine öğrenme disiplini yüksek olmayabilir; bazılarına küçük hatırlatmalar yapmak gerekebilir. Bu da öğretmenin rolünü daha da önemli kılıyor. Öğretmen yalnızca öğreten değil. Bir rehber, hatta rehberden öte bir süreç yöneticisidir. Üstelik hazırladığı içeriklerin kalitesi, öğrencinin ders öncesi hazırlığını doğrudan etkiler. Video çekimleri, seçilen dijital araçlar, derse uygun alıştırmalar… Bunların hepsi belli bir emek ister.
Yazının başından beri sıklıkla öğrencinin rolünün değiştiğine vurgu yaptık. Öğrenci, yalnızca “dinleyen” değil, “öğrenen, sorgulayan, aktaran” bir konuma geliyor. Sınıfa hazırlıklı gelmek, aktif katılım göstermek, gerektiğinde grup içinde birlikte üretmek… Bunlar modelin ayrılmaz parçaları. İlk etapta bazı öğrenciler çekingen davranabilir; fakat süreç ilerledikçe kendi öğrenme sorumluluğunu almanın keyfini yaşamaya başlarlar. Öğrenci, öğrendikçe özgüveni artar; söz aldıkça düşüncesinin değer bulduğunu görür; grup çalışmasına katıldıkça işbirliği becerileri gelişir.
Aslında, ters yüz sınıfın sunduğu en büyük katkı, sınıf içi zamanı verimli kullanmak. Düşünün, öğretmenin sınıfta harcadığı süre artık anlatımla geçmiyor; öğrencinin zorlandığı noktaları keşfetmeye, onlarla daha yakından ilgilenmeye ayrılıyor. Bu da öğrenme sürecini daha kişisel kılıyor. Öğretmen göz kontağı kuruyor, öğrencinin yüz ifadesinden anlıyor; kim zorlanmış, kim daha ileri gitmeye hazır… Model, öğretmeni öğrencisinin yanına getiriyor.
Ters yüz sınıf, yalnızca teknolojik değişime uyum sağlama çabası değil. Hatta modelin ilk uygulamalarının yapıldığı 2005–2008 yıllarını düşündüğümüzde, yöntemi eğitim literatürüne kazandıran Aaron Sams ve Jonathan Bergmann’ın bile bugünün dijital imkânlarını öngörmesi zordu. Bu bile tek başına ters yüz sınıfın özünün teknoloji değil zihniyet olduğunu anlamamız için yeterli. Çünkü bu yaklaşımın merkezinde, öğrenmenin odağını öğretmenden öğrenciye kaydıran güçlü bir anlayış yatıyor. Öğretmen sınıfta daha geri planda görünse de sürecin asıl mimarıdır; öğrenme yolculuğunu tasarlar, yönlendirir ve kolaylaştırır. Öğrenci ise sahnede daha görünür hâle gelir; ancak yine de rehberliğe ihtiyaç duyan, merakla ilerleyen bir yolcudur. İşte bu hassas denge, ters yüz sınıf modelinin sürdürülebilirliğinin temelini oluşturur.
Klasik kalıpların dışına çıkmak kolay değil; öğretmenler yıllardır sürdürdükleri anlatım ağırlıklı ders düzeninden vazgeçmekte zorlanabilir. Çünkü TYS, öğretmenin yükünü azaltan bir yöntem değil; aksine hazırlık sürecinde daha fazla emek isteyen bir yaklaşım. Fakat bu emeğin sınıf içi etkileşime dönüşmesi, öğrencilerin bireysel ilgi göstermeden de bireysel hızda ilerleyebilmesi, bu çabayı fazlasıyla karşılıyor.
Sonuç olarak ters yüz sınıf modeli, öğrenciyi merkeze alan, teknolojiyi doğru yerde kullanan, öğrenmeyi sınıfın duvarları dışına taşıyan bir anlayıştır.
Belki de artık, 40 öğrencinin 40 dakikalık derste parmak kaldırarak söz alamayacağını fark edip sessiz olmalarını istemek yerine; konuşmanın, hareketin, merakın, tartışmanın öne çıktığı sınıflar oluşturma zamanı gelmiştir.
Belki de gerçek dönüşüm, teknolojiyi sınıfa getirmekle değil; sınıftaki öğrencinin sesini daha çok duymakla mümkündür.
Belki de artık öğrenciler değil öğretmenler sessiz olmalıdır. Çünkü öğretmen sustuğunda öğrencinin konuşabileceği bir alan doğar; sorularının, fikirlerinin, merakının karşılık bulduğu bir iklim ortaya çıkar. Ünlü yönetmen Jacques Tati, “Ben istiyorum ki film siz sinema salonundan çıktıktan sonra başlasın” derken, deneyimin izleyenin içinde sürmesi gerektiğini anlatıyordu.
Ders de böyledir. Öğrenci sınıftan çıktığında öğrenme sorumluluğunu sırtlandığında, merakıyla baş başa kaldığında yolculuk devam eder. Öğrenme, öğretmenin anlattığını değil; öğrencinin sahiplenip üzerine düşündüğünü büyütür.
Tam da bu sebeple;
öğrenme, öğretmen anlatırken değil; sustuğunda başlar.
ENES OKUTAN - EĞİTİM YÖNETİCİSİ & YAZAR
DIĞER HABERLER
-
ÖZKURBİR Antalya Bölge Toplantısı
31 Ekim 2025, 20:25 -
Başkan Enis Şener ve Başkan Yardımcısı Ali Dayıoğlu Antalya’da!
31 Ekim 2025, 17:39 -
Başkan Enis Şener ve Başkan Yardımcısı Ali Dayıoğlu Antalya’da Bölge Yayın Tedarikçisi Yusuf Yılmaz ile Bir Araya Geldi
31 Ekim 2025, 17:31 -
Öğrenme, öğretmen anlatırken değil, sustuğunda başlar.
31 Ekim 2025, 08:08 -
Eğitimde Sessiz Çürüme
30 Ekim 2025, 08:06 -
Zarı Atan Düşünsün
29 Ekim 2025, 10:03 -
Erken Kayıt Dönemi : Sadece Kontenjan Doldurmak Değil, Güven Tazeleme Zamanı
28 Ekim 2025, 08:04 -
Bilinen En Eski Türk Şarkısı: Mâhur Kâr-Bir Müzisyenin Not Defterinden Çıkan 500 Yıllık Şarkı
27 Ekim 2025, 08:47 -
Ulusal Bayram ve Genel Tatil Günlerine Denk Gelen Haftalarda Fazla Mesai Hesabı
26 Ekim 2025, 17:59 -
ÖZKURBİR Başkan Yardımcısı Dayıoğlu’ndan Gebze’ye Üçüncü ROTA Otel
26 Ekim 2025, 09:10

