Maarif Vakfı 5. İstanbul Eğitim Zirvesi’nin Ardından- Bilgide, Eğitimde, Teknolojide Dekolonizasyon İhtiyacı 18 Aralık 2025, 07:43
Bir süre yurt dışı birimlerinde hizmet verdiğim Türkiye Maarif Vakfının bu yıl 5. sini düzenlediği İstanbul Eğitim Zirvelerini yakından takip etmekteyim. Yurt içinden ve dışından çok sayıda akademisyen ve eğitim yöneticisinin katılımı ile gerçekleşen zirvenin bu yıl da önemli konuşmacıları vardı. Zirvelerde geçmişten güç alarak geleceğe ışık tutan yerel ve evrensel görüşler ele alınmakta politika önerileri sunulmaktadır. Bu anlamda zirveyi değerli bulduğumu belirtmek isterim. Online olarak da yayımlan zirvelerin kayıtlarına Maarif Vakfı web sitesinden ulaşılabilir.
5-6 Aralık 2025 tarihlerinde düzenlenen 5. Eğitim Zirvesinin konuşmacılarından Nun Eğitim ve Kültür Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Esra Albayrak idi. Dr. Albayrak, Dekolonizasyon kavramını ele alarak, kavramı epistemolojik ve kültürel boyutları ile açık bir şekilde gözler önüne serdi. Sömürgecilik ile ilgili çok kaynak araştırması yapmış, geçmişte ve günümüzdeki sömürgecilik faaliyetleri hakkında az çok fikir sahibi biri olarak Dr. Albayrak hanımefendinin sunumunu çok sıra dışı ve yerinde buldum. Bu açıdan yazımı bu sunuma ayırmayı uygun buldum.
Dr. Albayrak, uzun yıllardır devam eden sömürgeciliğin geçirdiği evrelere çok kısa değindikten sonra günümüzde geldiği durumu gözler önüne sererek; özellikle zihinlerde oluşan sömürünün hangi alanlarda devam edegeldiğini bilimsel olarak açıklaması bakamından çok başarılı bir sunum gerçekleştirdi. Albayrak, epistemolojik açıdan sömürünün zihinlerde ne anlama geldiğini ifade ederken sömürüden kurtuluş mücadelesini maalesef ki yine kolonize edilmiş zihin yapısı ve bilgiler perspektifinde yapmaya çalışmanın büyük çelişkisini örnekleri ile ortaya koydu.
Dr. Esra Albayrak’ın sunumunu, konuşma üslubundan arındırma gibi küçük dokunuşlar dışında hiç değiştirmeden aşağıda sizlerle paylaşmayı daha faydalı görmekteyim.
“…Panelin temasının “eğitimin aynasında bilinenin görünür kılınması” olarak belirlenmesini, eğitime yeniden bir iyileştirme misyonu yüklemeyi teklif ettiği için yerinde ve bir seçim olmuştur. Bu tema akla; Çehov'un “Kim olduğun gösterilince insan daha iyi biri olur” sözünü getirmektedir. İnsana kim olduğunu göstermek ve cevherini keşfetmesini sağlamak için eğitimden daha iyi bir ayna düşünülemez. Bu yüzden bugün eğitimle iyileşmenin, eğitimin dekolonizasyonu ile mümkün olabileceğine dair düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Bilginin dekolonizasyonu, eğitimi ve insanı iyileştirir mi? Bu soruya cevap verebilmek için önce bilginin, eğitimin ve dekolonizasyonun ne anlama geldiğini sizlerle birlikte yeniden düşünmek istiyorum. Ardından bilginin jeopolitiğini anlamanın neden önemli olduğunu, daha sonra çok katmanlı bir epistemolojik yaklaşıma olan ihtiyacımızı vurgulamak istiyorum.
Dekolonizasyon kavramı bilindiği üzere klasik olarak toprak, iktidar ya da ekonomik bağımlılık ilişkilerinin sona erdirilmesini ifade etmek için kullanılır. Ancak bilgi ve eğitim bağlamında bu kavram çok daha derin bir süreci ifade eder. Bilginin dekolonizasyonu, siyasi sömürgesizleşme gerçekleşse bile çok daha sessiz, sinsi ve alt katmanlarda devam eden epistemik, ontolojik ve metodolojik düzeylerde kendini gösteren sömürgeci kalıplardan özgürleşmeyi ifade eder. Yani sömürgeci dönem sona ermiş olsa bile sömürenin diliyle eğitimin devam etmesi, sömürenin sunduğu eğitim materyalleriyle eğitimin sürmesi gibi bir durumda kolonizasyon halen devam ediyordur. Bir başka ifade ile dünya nüfusunun çok küçük bir parçasını oluşturan, gerçekten marjinal bir alt küme olan WEIRD topluluğunun (Batılı, eğitimli, sanayileşmiş, zengin ve demokratik topluluklar) bilgi temellerine ve verilerine dayalı olarak yapılan psikolojik araştırmaların sonuçlarını evrensel kabul etme refleksinden bahsediyorum.
Dolayısıyla epistemik sömürgesizleşmede sadece bir ülkeyi kimin yöneteceğini değil; kimi bilginin geçerli sayılacağını, kimin düşünme biçiminin norm kabul edileceğini, bilginin nasıl aktarılacağını, nasıl ölçüleceğini, hangi amaç için kullanılacağını sorgulamak gerekir.
Çocuklarımızın dünyanın “sıfır noktası” olarak neden Greenwich’i kabul ettiğini sorgularız. Kristof Kolomb’un “kaşif” değil de aslında “istilacı bir tüccar” olabilme ihtimalini sorgularız. Geometrinin ya da felsefenin Eski Yunan’dan önce de Çin’de, Babil’de, Mezopotamya’da, Arap Yarımadası’nda var olabilme ihtimalini düşünürüz. Bu sorgulayıcı perspektifi eğitime dahil etmeyi hedefleriz. Dolayısıyla bilginin dekolonizasyonu, Batı merkezli epistemolojinin evrensel ölçü olarak dayatılmasına karşı farklı bilgi sistemlerine meşruiyet tanımak ve onlara saygınlık kazandırmaktır diyebiliriz.
Eğitimin dekolonizasyonu ise bu bilgi tekeliyle şekillenmiş eğitim sistemini her seviyede dönüştürme gayretidir. Bu gayret yalnızca K12 yani temel eğitim seviyesinde konuşulacak bir konu değildir; eğitimin tüm kademelerini ve bütün süreçlerini kuşatması gerekir. Öğretmen yetiştirme biçimi, müfredat ve program geliştirme, ölçme değerlendirme modellerimiz, eğitim içeriklerimiz, eğitim metodolojimiz… Yani çok katmanlı bir süreçten bahsediyorum.
Bilindiği üzere bilgi nötr değildir. Tarih boyunca hâkim güç ilişkilerinin odağında şekillenmiş ve örgütlenmiştir. Bilgi üretimi ve dolayısıyla düşünme ve anlam üretme merkezleri tarih boyunca yer değiştirmiştir.
Bugün bilimsel bilginin ölçütleri büyük oranda Batı üniversitelerinin, akademik dergilerin, araştırma fonlarının belirlediği kıstaslarla sağlanıyor. Bu sadece akademik bir mesele gibi düşünülebilir, ancak bu büyük bir yanılgı olur. Çünkü bu kurumsal yapılar marifetiyle farklı bilgi sistemleri, farklı düşünme biçimleri ve farklı metodolojik öneriler etkili biçimde dolaşım dışına itilmektedir. Ancak hâkim paradigmaya uygun çalışmalar yapıyorsanız ödüllendiriliyorsunuz.
Dolayısıyla tek merkezli bilgi sistemleri adeta evrenselmiş gibi muamele görmekte ve bu olurken farklı toplumlarda -ya da aynı toplumun farklı topluluklarında- ciddi psikososyal sorunlar ortaya çıkmaktadır. En vahim etkilerden biri, siyasi olarak karşı koyduğumuz sömürgeciliğe epistemik düzlemde farkında olmadan rıza göstermektir. Daha da vahimi, rıza gösterdiğimizin farkında olmadan, iyileşmenin de ancak o tek merkezli paradigmalar içinden olabileceğine inanmak ve o paradigmaya daha sıkı sarılmaktır.
Kendi kültürel birikiminin, düşünme biçiminin, dilinin, dininin ve kavramlarının değersizleştirildiği bir evrende, insanlar ve topluluklar farkında olmadan epistemik bir edilgenliğe sürüklenir. Bu edilgenlik zamanla özgüven kaybı, kimlik bulanıklığı ve kültürel yabancılaşma üretir.
Kendi kökeniyle bağ kuramaz hale gelen topluluklardaki kaygı halini bir hastalık durumu olarak da tanımlayabiliriz. Çünkü kişiliğini oluşturan parçalar bir araya gelememektedir.
Mikro ölçekte bunun yansımaları çok tanıdıktır:
- Çok kardeşli bir aileden gelmekten rahatsızlık duymak,
- Ana dilini kullanırken eksiklik hissetmek,
- Yabancı dildeki aksanından utanmak,
- Gelenekleriyle alay etmek,
- Önceki neslin geleneklerini sürdürmeyi istememek.
Makro ölçekte ise ülkeler düzeyinde, Batı merkezli eğitim, psikososyal ve kalkınma modellerini tek çözüm olarak görmek ve bu modellerin taklidinden öteye geçememek şeklinde tezahür eder. Bu durum, bir tür zihinsel uyuşma halidir.
Tek merkezli bilgi dolaşımından çok merkezli bilgi sistemlerine geçiş toplumlara kendilik duygusu kazandırır. Benim önerdiğim şey tam olarak budur. Çünkü bu geçiş, “Sizin problemlerinizden farklı problemlerim var ve sizin problemleriniz için farklı önerilerim olabilir.” diyebilme özgüveni kazandırır. Çoğumuz için bu bile başlı başına iyileştiricidir.
Bu yüzden bilginin dekolonizasyonunu sadece akademik bir çalışma alanı olarak değil; modernitenin kıskacında sıkışan dünyamız ve kimliklerimiz için bir iyileştirme aracı olarak teklif etmek istiyorum. Bunu rövanşist veya anti-Batıcı bir dille yapmıyorum. Çünkü modern dünyanın kazanımlarıyla ilgili hiçbirimizin bir meselesi yok; hepimizin ihtiyacı olan şey bir ifade alanı bulmaktır.
Bilginin jeopolitiği bağlamında tartıştığımız çok merkezli bilgi sistemlerine geçişin toplumların kendi bilgi gelenekleriyle göz hizasında bir diyalog kurmasını sağlayacağını iddia ediyorum. Bu iki yönlü bir iyileşme sağlayacaktır. Sadece küresel güneyi ya da sadece küresel kuzeyi değil, herkesi iyileştirecektir. Çünkü hâkim unsurlarda adil olmayan bir üstünlük duygusunu, azınlık veya göçmen unsurlarda ise adil olmayan bir yetersizlik veya aşağılık kompleksini azaltacaktır.
Tek merkezli bilgi sistemi yalnızca sömürülenleri değil, aslında sömürenleri de hastalıklı bir ruh haline sürükler; onları tek tipleştirir ve çeşitliliğin, duygunun, sezginin zenginliğinden mahrum eder. Belki de özellikle Avrupa’da artan psikolojik rahatsızlıkların, yalnızlık ve anlam kaybı krizlerinin arka planında bu epistemik tek boyutluluğun olduğunu düşünebiliriz.
İkinci olarak bilginin dekolonizasyonu üç katmanda değerlendirmeyi gerektirir:
Ontolojik düzlem: Batı merkezli bilgi sistemlerinde insan–doğa, akıl–beden, özne–nesne gibi keskin ikilikler vardır. Oysa pek çok kadim medeniyette varlık ilişkisel, bütüncül ve çok katmanlıdır. Bu bakış eğitime de yansır. Batıda bilgi doğayı kontrol etmek için kullanılırken, birçok Batı dışı sistemde bilgi doğayla uyum içinde yaşama biçimidir. İslam tefekkürüne baktığınızda, yaratılmış her şeyin yaratıcıyı tesbih ettiği bilinci, insan–hayvan–bitki ilişkisini mülkiyet ilişkisi olmaktan çıkarır ve bir cemaat ilişkisine dönüştürür. Tasavvuf geleneğinde insan “boş bir kâğıt” değildir; bir cevherle doğar. Eğitimin fonksiyonu o cevheri açığa çıkarmaktır.
Epistemolojik düzlem: Bilginin nasıl bilineceğiyle ilgilidir. Batı epistemolojisi nesnelliği merkeze alır; duygular, sezgiler ve kişisel tecrübeler genellikle değersiz görülür. Oysa insan akıl, beden ve ruhun bir bütünüdür ve bilme eylemi yalnızca akılla değil bütün bu unsurlarla gerçekleşir. Birçok medeniyet bilgiye ulaşmanın katmanlarını tanır ve saygı gösterir.
Metodolojik düzlem: Bilginin nasıl üretildiğiyle ilgilidir. Modern bilimsel yöntemler elbette çok önemli katkılar sağlamıştır, ancak evrensellik iddiasıyla diğer yöntemleri dışlamıştır. Oysa farklı kültürlerin hikâye anlatımından sohbete, ritüelden gözleme, sezgiden rüyaya, inzivaya kadar pek çok zengin yöntemi vardır. Bu yöntemler aklın sınırlarını aşan bilgi katmanlarına ulaşmayı mümkün kılar. Aklın sınırları vardır ve tüm aklî yöntemler bu sınırlarla sınırlıdır. Bu sınırların ötesindeki insan tecrübesini yok saymak travmatik bir tecrübedir ve toplumları sağlıksız hale getirir.
Tek tipçi eğitim düzenlerinin “insan insanın kurdudur” yaklaşımına karşı, “insan insanın yurdudur” yaklaşımı acaba yeni bir pencere aralayabilir mi? Ya da Nun Vakfı’nın düzenlediği Eğitimde Bir Adım Ötesi Zirvesinin konuğu olan Dr. Münir Fasih Hoca’nın mücavere yani “yakın ilişkisellik” kavramı, yahut Çinli Yong’un yakın zamanda yazdığı bir makalede ifade ettiği “insani karşılıklı bağımlılık” paradigması acaba yapay zekâ çağında toplumlara yeni bir kapı aralayabilir mi?...”
Bir süre önce bir özel TV programında Prof. Dr. Ömer Özyılmaz’ın sözleri ile Dr. Albayrak’ın sözleri fevkalade örtüşmektedir. Prof. Özyılmaz; Üniversitelerin bilgi temellerinin Avrupa menşeli olduğunu, bu bilgi temellerinden kurtulunmadıkça yerli ve milli bir eğitim ve bilimin gerçekleşemeyeceğini açık bir şekilde izah etmektedir. Prof. Özyılmaz’ın bu faydalı konuşmasına da internet ortamında ulaşılabilir.
Dr. Albayrak’ın bu yerinde, anlamlı, değerli tespitlerini, başta Milli Eğitim Bakanlığı, Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı, Yüksek Öğretim Kurumu, Üniversiteler ve ilgili kurum eğitim politikaları belirleyicilerinden başlamak üzere bütün eğitim yöneticilerimizin, sivil toplum kuruluşlarının ciddiyetle ele almalarını, üzerinde çalıştaylar, sempozyumlar düzenlemelerini elzem olarak görüyorum.
Konuşmanın ikinci bölümü olan teknokolonizasyon üzerindeki değerlendirmelerini bir sonraki yazımızda ele alacağım.
Sebahattin Kazaz - Eğitim Yöneticisi
DIĞER HABERLER
-
ÜÇ AYLAR ve REGAİB GECESİ
18 Aralık 2025, 07:47 -
Vefa’m ve Reyyan’ıma
18 Aralık 2025, 07:44 -
Maarif Vakfı 5. İstanbul Eğitim Zirvesi’nin Ardından- Bilgide, Eğitimde, Teknolojide Dekolonizasyon İhtiyacı
18 Aralık 2025, 07:43 -
ANTALYA İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ ZİYARET
10 Aralık 2025, 17:30 -
Modern Çağın Dilencileri
09 Aralık 2025, 07:14 -
Ara tatil, sadece bir tatil mi?
08 Aralık 2025, 10:05 -
ÖZKURBİR Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Dayıoğlu, İstanbul Mahir Okullarını Ziyaret Etti
07 Aralık 2025, 16:58 -
Kurumsal Tiyatro
07 Aralık 2025, 07:30 -
ALLAH’IN AYETLERİNİ UNUTAN MODERN İNSAN
06 Aralık 2025, 07:13 -
Tesettür Aksesuar mıdır?
05 Aralık 2025, 07:27

