Bu Sınava (LGS) Kim Giriyor? 18 Haziran 2025, 16:30

Bugün Türkiye genelinde yaklaşık bir milyon öğrenci Liselere Giriş Sınavına girdi. Benim oğlum da onlardan biriydi. Sabah erkenden onu sınava gireceği okula götürdüm. Okul, kendi mahallemizdeki bir devlet okuluydu. Yani yabancı bir çevre, uzak bir yolculuk, bilinmez bir ortam yoktu. Buna rağmen okulun bulunduğu sokakta insan seli vardı. Araç park etmek bile başlı başına bir mesele hâline gelmişti.
Oğlumu okul kapısına kadar götürüp uğurlamak istedim. Fakat kalabalıktan ayrılmam neredeyse 15 dakikamı aldı. Dikkatle çevreme bakınca daha da çarpıcı bir şey fark ettim: Sınava gelen çocukların yalnızca anne-babaları değil, büyükanneleri, dedeleri, kardeşleri, hatta bazı durumlarda dayısı, teyzesi bile oradaydı! Çocuk bir adım attıkça en az üç kişi ona eşlik ediyor, her biri ayrı ayrı telkinlerde bulunuyordu:
“Sakın heyecan yapma…”
“Aman panik olma…”
“Kendine güven, biz buradayız…”
“İçeri girince önce derin bir nefes al…”
İyi niyetle söylenen bu sözler, çocuklara destek olmak için yapılmıştı elbette. Ama manzara öyle bir hâl almıştı ki, sınava kimin girdiği belli değildi: Çocuk mu, ailesi mi?
Oysa sınava giren çocukların büyük çoğunluğu kendi mahallesindeki, günlük hayatta önünden geçtiği, bazen oyun oynadığı ya da tatil etkinliği için geldiği bir okuldaydı. Olay bu kadar sade ve tanıdıkken, neden bu kadar olağanüstüleştiriliyor?
Asıl sorun, sınavın kendisinden önce onun etrafına örülen bu "abartılı anlamlar" silsilesinde yatıyor.
Sınavdan Çok, Temsiliyet Yükü
Çocuğa gösterilen yoğun ilgi, ona “yalnız değilsin” demek yerine “bu sadece senin sınavın değil, hepimizin sınavı” mesajını veriyor. Böylece çocuk yalnızca kendi kaygısını değil, ailesinin, hatta bazen mahallenin beklentisini de sırtında taşımaya başlıyor. İşte gerçek baskı tam da burada başlıyor.
Aileler belki de farkında olmadan çocuğa şu telkini veriyor:
“Senin başarın bizim onurumuz.”
Ve bu, bir sınavdan çok daha ağır bir yüktür çocuk için.
Yurt Dışında Neler Oluyor?
Farklı ülkelerde bu tür sınavlara yaklaşım çok daha sade, kontrollü ve pedagojiktir. Mesela:
- Finlandiya’da merkezi sınav baskısı yoktur; öğrenciler bireysel gelişimlerine göre yönlendirilir.
- Japonya’da sınavlar ciddi olsa da aileler sükûneti ve çocuğun bağımsızlığını önceler; okul önlerinde böyle izdihamlar görülmez.
- Almanya’da öğrenciler sınavla değil, kademeli sistemlerle farklı alanlara yönlendirilir.
- ABD ve Kanada’da sınavlar bir sonuç değil, süreç değerlendirmesidir ve tek belirleyici kriter olarak ele alınmaz.
Bu ülkelerde sınavlar hayatın merkezine değil, yalnızca bir basamağına yerleştirilir. Aileler de çocuklarının özgüvenini, stres yönetimini ve bireysel sorumluluğunu önceleyerek davranır.
Ne Yapmalı?
Türkiye’de sınavlara yüklenen anlamı yeniden düşünmeliyiz. Her şeyden önce:
- Her çocuğun tek başına da bu süreci yönetebileceğine inanmalıyız.
- Aile olarak duygusal desteğimizi gösterirken onun alanını daraltmamalıyız.
- Ve sınavların bir sonuç değil, bir durak olduğunu hem kendimize hem çocuklarımıza sık sık hatırlatmalıyız.
Belki de en doğru yaklaşım, sınav sabahı çocuğun eline bir meyve suyu tutuşturup, onu kapıya kadar sessizce uğurlamak ve şöyle demek olurdu:
“Sen elinden geleni yap, gerisi nasip…”
İşte o zaman gerçekten bu sınava sadece çocuklar girmiş olurdu.
ADEM KEVEN - EĞİTİM YÖNETİCİSİ
DIĞER HABERLER
-
Sosyal ve Beşeri B(ilim)lerin Önemi
17 Ağustos 2025, 15:20 -
Yaz tatilinin sonunda öğrencilere tavsiyeler
16 Ağustos 2025, 16:56 -
Bunaltı
16 Ağustos 2025, 07:25 -
İlk İnsanlar Vahşi Miydi?
15 Ağustos 2025, 06:53 -
Bir Öğrenme Mekanizması Olarak TAKLİD
14 Ağustos 2025, 08:39 -
Vicdanınıza Kayyum mu Atandı?
14 Ağustos 2025, 08:18 -
Hangi Kitapları Okuyalım
13 Ağustos 2025, 09:08 -
GİBİ Serisi 2 - Geleceğin Eğitimi, Eğitimin Geleceği, Öngörüler
12 Ağustos 2025, 09:46 -
İçim Kayıp Mezarlıklar Ülkesi
11 Ağustos 2025, 09:10 -
İstanbul Gazze için yürüdü
10 Ağustos 2025, 09:33